Haksız tahrik indirimi, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun ‘’haksız tahrik’’ başlıklı 29.maddesinde düzenlenen ve suç işleyen kişinin haksız bir fiilin sebep olduğu hiddet veya şiddetli üzüntünün, elemin etkisinde suç islemesi halinde bu kişiye verilecek cezada indirim yapılmasını öngören düzenlemedir.
Haksız tahrik indirimi, ceza hukukunda çok kritik bir noktada konumlanmaktadır. Ceza yargılamasında sanığın karşı karşıya kalacağı ceza miktarı yönünden haksız tahrik varlığı muhakkak incelenmesi gereken bir husustur. Bu nedenle tarafımızca bu yazımızda haksız tahrik kavramı ve haksız tahrikin meydana getireceği indirim durumu detaylı bir şekilde açıklanmıştır.
Haksız Tahrik İndiriminin Şartları Nelerdir?
Kanun koyucu haksız tahrik kavramını TCK m.29’da düzenlenmiş ve haksız tahrik indiriminden yararlanabilecek kişileri, kanun maddesinden alıntı yapılırsa ‘’ Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimse’’ olarak tanımlamıştır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere haksız tahrik indiriminden bahsedilebilmesi için öncelikle haksız fiilin ne olduğundan ve bu haksız fiilin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli elemin etkisinin hangi boyutlarda olması gerektiğinden bahsetmek gerekir. Haksız tahrik indiriminin şartları da ilgili kavramlar sonucunda ortaya çıkmaktadır.
- Haksız tahrike neden olan bir fiil olmalı: İlk etapta incelenmesi gereken nokta failin ilgili suç işlemesinde etkisi olan ve suçun mağduru tarafından eyleme dökülen bir fiilin varlığı şartıdır. Mağdur tarafından gerçekleştirilen somut bir fiil olmadan, fiil olacak tahmini veya ihtimaliyle fail tarafından bir suç işlenmiş ise bu noktada haksız tahrik indiriminden bahsedilemez.
- Haksız tahrike neden olan fiil ‘’haksız fiil’’ statüsünde olmalı: Mağdur tarafından gerçekleştirilen ve failde subjektif bir şekilde hiddet veya şiddetli bir elem yaratan her fiil haksız fiil olarak nitelendirilemez ve haksız tahrik indirimine sebebiyet vermez. Mağdur tarafından eyleme dökülen fiilin haksız fiil olup olmadığı ise mağdurun eyleminin hukuk düzeni tarafından korunan bir değere zarar verip vermediği yönünden tespit edilebilir.
- Suçun mağduru haksız fiili gerçekleştiren kişi olmalıdır: Failin işlemiş olduğu suç yönünden haksız tahrik indirimi alabilmesi için haksız tahrike sebebiyet veren kişiye karşı ilgili suçu işlemiş olması gerekmektedir. Kendisinde haksız fiili ile hiddet veya şiddetli elem yaratan kişiye karşı değil de, bu hiddet veya şiddetli elem etkisinde bir başka kişiye karşı suç işlendiği takdirde haksız tahrik indirimi söz konusu olamaz.
- Fail tarafından işlenen suç hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenmelidir: Suçun işlenmesinde haksız fiilin yarattığı hiddet veya şiddetli elemin etkisinin olup olmadığı hususu her somut olay içerisinde ayrıca değerlendirilmesi ve yapılan değerlendirme sonucunda objektif kriterlerle tespit edilmesi gereken bir husustur.
Belirtilen şartlar her somut ceza dosyasında elde edilen deliller kapsamında değerlendirilmesi gereken noktalar olsa da, yapılan değerlendirmelere genel bir çerçeve çizilebilmesi adına dikkat edilmesi gereken kriterlerdir.
Haksız Tahrik İndirim Oranları Nelerdir?
Haksız tahrikin düzenlendiği TCK m.29’da haksız tahrik tanımı yapıldıktan sonra kanun koyucu tarafından haksız tahrik varlığı halinde ceza miktarında ne kadar indirim yapılabileceği de belirlenmiştir.
İlgili hüküm uyarınca ağırlaştırılmış müebbet cezası alması gereken kişi haksız tahrik indirimi ile birlikte 18 yıldan 24 yıla kadar hapis cezası ile, müebbet hapis cezası alması gereken kişi ise 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilmektedir.
Ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet hapis cezaları dışında kalan hapis cezaları yönünden ise verilecek olan ceza ¼ ila ¾ oranında mahkeme tarafından indirilebilir.
Görüleceği üzere kanun koyucu belirli sınır aralıkları getirerek o sınırlar içerisinde mahkemeye ve hakimlere bir takdir yetkisi bırakmıştır. Somut olayın ve dosyanın içeriği, elde edilen deliller, ceza hukukunun kadim ilkeleri vb. hususlar doğrultusunda mahkemeler haksız tahrik indirimini uygulayacaklardır.
Haksız Tahrik ve Meşru Müdaafa
Haksız tahrik ve meşru müdaafa kavramları birbirlerinden tamamen farklı ceza hukuku kavramları olsalar da, uygulamada ve toplumun gözünde zaman zaman birbiriyle karışabilen kavramlardır.
Meşru müdafaa bazı durumlarda ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilirken haksız tahrik hususunda bu mümkün değildir. Haksız tahrik nedeniyle yalnızca kanun koyucunun çizdiği sınırlar içerisinde ceza indirimine gidilebilmektedir.
Meşru müdaafa olduğu düşünülen bir fiilin esasen haksız tahrik seviyesinde kaldığı durumlar da uygulamada karşımıza çıkabilmektedir. Dolayısıyla her somut dosya içeriği ile birlikte ayrıca ele alınarak değerlendirilmelidir.
Haksız Tahrikte Yanılgı Durumu
Kişi kendisine karşı haksız tahrik yaratan eylemi gerçekleştiren kişi hakkında yanılgı içeren bir düşünceyle hareket ederek suç işlerse, kaçınılmaz bir hata sonucunda bu yanılgıya düşüldüğü takdirde fail hakkında yine TCK m.29 haksız tahrik indirimi hükümleri uygulanabilmektedir.
Kaçınılmaz hata kavramı yine her dosya özelinde ayrıca değerlendirilmesi gereken bir kavram olsa da örnek vermek gerekirse; kızının kendisini darp ettiğini söylediği bir kişiye karşı yine darp suçunu işleyen ve kızının yalan söylediğini daha sonradan itiraf etmesi ile TCK m.29 hükümlerinden yararlanması tartışmalı hale gelen baba açısından düşmüş olduğu bu hata kaçınılmaz olarak nitelendirilirse, kızının yalan söylediğini anlayabilecek durumda değilse hakkında haksız tahrik indirimi uygulanabilir.
Haksız Tahrik İndirimi İle İlgili Yargıtay Kararları
‘’…Somut olayımızda, meseleyi medeni kanunun sadakat yükümlülüğünün sadece eşler açısından geçerli olacağı hususundaki hükümleri ile izah etmek kanaatimizce mümkün değildir. Zira olayımızda; resmen evli olan ve bir çocuğu olan birisiyle üstelikte eşi ile birlikte ortak yaşadıkları ikamette ilişkide bulunan maktulün eyleminin sadece evli olan kadının eşi için değil, ortak çocukları, evli kadının babası ile kardeşi ve hatta bütün aile bireyleri için çok büyük bir hiddet ve üzüntü kaynağı olabileceği gibi toplum içerisinde çok güç durumda bırakacağı, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Sorunun töre cinayetiyle asla ilgisi yoktur. Sadakat yükümlülüğünün sadece eş için geçerli olduğundan bahisle, aile bireylerinden herhangi birisinin, diğer aile bireylerini ömür boyu utanç duygusu içerisinde bırakacak bir eyleminin haksız fiil olarak kabul edilmemesi mümkün değildir. Yargıtayın uzun yıllara yansıyan içtihatları da bu doğrultuda değildir. Örneğin bir kişinin, kızına yada ablasına küfür edildiği yada ablasının veya kızının rızasıyla ilişkide bulunulacağının söylenmesi durumunda, böyle bir söylemin haksız tahrik teşkil edeceği hususunda uygulamada herhangi bir duraksama yaşanmamasına karşın, söylemin somut olayımızda olduğu gibi eyleme dönüşmesi halinde sadakat yükümlülüğü gerekçe gösterilerek haksız tahrik hükümlerinin uygulanmaması kanaatimizce çok büyük bir çelişki olacaktır. Kaldı ki, sanık … ile …’ın haksız tahrik hükümlerinden yararlanan olayımızın asli faili olan … … ile aralarında birinci ve ikinci derecede sıhri hısımlık bağı bulunduğu gibi resmen evli iken gayri meşru ilişkide bulunan kan hısımlarının, ortak çocuklarının toplum içerisinde yaşayacağı olumsuzluklara üzülmemeleri ve bu üzüntüye sebep olanlara hiddet duymamaları da asla mümkün olamaz. Yanındaki arkadaşına yada üçüncü bir kişiye yapılan saldırıyı dahi defetmek için orantılı güç kullanılmasını meşru müdafaa, orantısız güç kullanılmasını da haksız tahrik olarak kabul eden kanun koyucunun, sıhri de olsa yakın akrabanın hatta bütün aile bireylerinin uğradığı haksız fiile kayıtsız kalması beklenemez. Asıl eylemi gerçekleştiren hükümlü 15 yıl hapis cezasına mahkum olurken, öldürme suçuna haksız fiile maruz kalan sıhri akrabalarına yardım etmek amacıyla sonradan dahil olan sanıkların 25 yıl hapis cezasına mahkum edilmelerinin TCK’nın 3 maddesindeki hakkaniyet ve orantılılık ilkesine aykırı olacağı gibi suç politikasında izlenen maddî adalet amacına ulaşmak için uyulması gereken başlıca ana ilkeler arasında yer alan kusur ilkesi ve bunun doğal sonucu olarak hukuk devleti ilkesine de aykırı olacağı açıktır. Zira, cezanın, failin eyleminden dolayı kınanabilmesi durumunda uygulanabilmesini ifade eden kusur ilkesi, çağdaş ceza hukukunda ceza sorumluluğunun en önemli özelliğidir. Bu ilke, bir yandan kusursuz bir kimseye ceza verilemeyeceğini öngördüğü gibi, diğer yandan faile kusurundan daha ağır bir cezanın uygulanmasını da yasaklar. Maktulün yaptığı davranışın, sanıkların kusur durumunu etkilediği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır…’’ (Y.CGK. 6.2.2020 – 2017/1-906 E. 2020/64 K.)
‘’… Haksız tahriki oluşturan ve faili öfke veya şiddetli elem etkisi altında bırakan haksız fiilin, failin huzurunda veya ona yönelik olarak gerçekleştirilmesi şart olmayıp, faile yönelik olarak gerçekleştirilebileceği gibi, yakınlarına, tanıdıklarına, sevdiği kişilere veya tanımamakla birlikte durumundan etkileneceği üçüncü kişilere karşı da gerçekleştirilmesi mümkündür. Böylece failden başkasına yöneltilen haksız bir fiilin de faili öfke veya elem durumuna sokabileceği kabul edilmiştir.
Buna karşılık, hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenen suçun, haksız fiili gerçekleştiren kişiye yönelik olması, diğer bir deyişle haksız tahrik teşkil eden fiilin mağdurdan kaynaklanması gerekmektedir. Haksız fiili gerçekleştirmemiş veya buna iştirak etmemiş ilgisiz üçüncü bir kişiye karşı suç işlendiğinde, haksız tahrik hükümlerinin uygulanma imkanı bulunmamaktadır.
Diğer bir anlatımla, haksız tahrik oluşturan fiilin mağdur tarafından gerçekleştirilmesi ve hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında işlenen suçun da haksız fiili gerçekleştiren kişinin zararına işlenmiş olması gerekmekte olup, mağdurun yakını dahi olsa üçüncü bir kişi tarafından gerçekleştirilen haksız fiil, mağdura yönelik işlenen suç bakımından haksız tahriki oluşturmayacaktır. Bir kimsenin haksız tahrik sayılabilecek fiilinin etkisi altında kalan kişinin haksız eylemle ilgili bulunmayan üçüncü kişiye ya da devlete veya topluma karşı bir suç işlemesi hâlinde haksız tahrik hükümleri uygulanamayacaktır…’’ (Y.CGK. 11.03.2014 – 2013/441 E. 2014/123 K.)
‘’…Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik; kişinin haksız bir fiilin kendisinde oluşturduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu halde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışardan gelen etkinin ruhsal yapısında meydana getirdiği karışıklığın bir sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan bir nedendir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik halinde failin iradesi üzerine bir zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmış bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın 29. maddesinde yer alan haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için şu şartların birlikte gerçekleşmesi gereklidir:
- a) Tahriki oluşturan bir fiil bulunmalı,
- b) Bu fiil haksız olmalı,
- c) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
- d) Failin işlediği suç bu ruhi durumun tepkisi olmalı,
- e) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan kaynaklanmalıdır.
Somut olayda sanık müştekiden alacaklı olduğunu, alacağın ödenmesi için aradığını iddia etmiş ise de sanık borçlu olmadığını beyan etmiştir. Hukuki yollardan alacağını tahsil yoluna başvuru olanağı bulunan sanığın müştekiyi hukuka aykırı 30 kez araması eyleminde sanığın lehine TCK 29. maddeyi uygulama koşulları oluşmamıştır…’’ (Y. 18.CD. 07.05.2018 – 2016/9638 E. 2018/6863 K.)